Cinsiyeti yoktu yaşadıklarımın.
Belki ne alaka diyeceksiniz yukarıdaki söze ama ince bir beyin süzgecinden geçirildiği zaman aslında yaşananların bir cinsiyeti olduğunu anlayacaksınız. Bunca yaşananların ya sonu gelecek ya da film koptuğu yerde bitecekti ama yaşananlar da cinsiyetlere bürününce yukarıdaki tabirin pek mantıklı olduğu gözler önüne seriliyor. Yaşadıklarımız ya diğer yaşayacaklarımıza gebeyse, ya da güzel yaşanacaklara kısırsa, bilemeyiz bunları. Yaşadıklarımızın cinsiyeti olur, ya bir den fazla doğurur, ya da büyük bir özlemle seni hayattan soğutur.
Bir bakıma, duyguların peşkeş çekildiği bu günümüzde yaşanacakların ne kadarı gaf içinde ne kadarı doğruluk derecesinde onu bilemeyiz ama buna herkes inanır ki; gözler yalan söylememeye yeminli. Yalın haliyle düşünüldüğünde duygular kaygan bir zeminden ibarettir, dur durak bilmeden kayar gider. Sigortası yoktur duyguların, bir iniltiyle son verilebilir ya da bir çığlığı ufak bir iniltiye çevirebilir. Küçük bir bebeğin diş çıkartırken yaşadığı duyguyu hiç kimse bilemez, herkes bebek oldu ama hiç kimse o yaştayken o anki duygularını dillendiremedi. Duyguların ardı arkası yoktur, soğuk bir iklimde dahi yaşanacak duygular değişikliğe uğrayabilir. Keyifli bir haldeyken dinlenen acıklı bir şarkı duyguları tepe taklak edebiliyor. Bir film izlediğinizi düşünün, büyük bir heyecanla başlamışsınızdır o filime ama film bitince film de ki karelerden esinlenir duygular, romantik bir film'in bitimi hüzün, korku filminin sonu ise geceleri baş yastığı konulduğunda duyulan bir ürperme.